Etiketler

16 May Beethoven ile benim aramda kocaman bir fark var.

Yazı işleri kolay değil 🙂 Hero Dergi’nin Mayıs-Haziran sayısı yayınlandı. Derginin bu sayısına yazdığım yazının dijital versiyonunu ve dergiyi indirmek için http://www.heromedya.com/sayilarimiz linki tıklayabilirsiniz. Yazı işleri müdürüme istediğiniz gibi bir başlık atın demiştim. Dergideki başlığı farklıdır şaşırmayın. Bu başlık bana daha hoş geldi :))

Keyifle okumanız dileği ile.

BEETHOVEN İLE BENİM ARAMDA KOCAMAN BİR FARK VAR.

Benim çocukluğum Antalyanın Cumalı köyünde geçti. Bilirsiniz, o zamanları düşünün 1970 ler yani, ses seda yoktur köylerde. Sesler canlıların sesleri sadece. Hafızama kaydettiğim bir canlıya ait olmayan ilk seslerden biri, belki herkes gibi beni de etkileyen mekanik çalar saat sesiydi. Nenemin hiç kullanmaya gerek duymadığı çalar saatine kulağımı yapıştırıp içinde olanları gözlerimi kapatıp hayal etmeye çalıştığımı hiç bir zaman unutamam.

Foto_01_01

Ama doğruyu söylemek gerekirse duyduğum en etkileyici ses babamın tarlalarımızı sulamak amacıyla kuyudan su çekmek için kullandığı su motorunun sesiydi. Çok karakteristik bir sesi vardır ve hep aynı şekilde “pat pat” diye yüksek desibelde ses üretir. Bana verilen emirleri yerine getirmekten kalan zamanlarda babam tarlayı sularken ben su motorunun başına gider sesini dinlerdim. O seslerin ileriki yaşlarda benim hayatımı ve kariyerimi belirleyen sesler olduğunu yıllar sonar anladım.

O su motorunun başında duran ben ile Beethoven arasında çok büyük bir fark var! Beethoven hayatı boyunca böyle bir motor sesi duymak için İngiltereye gitmesi gerekirken ve gündelik hayatına girmiş hiçbir makina görmeden ölmüşken ben doğduğumdan beri araba, çamaşır makinesi, traktör, elektrikli testere ve tren sesleriyle büyüdüm. Eee doğal olarak da Beethoven’in eserlerinde makina seslerini taklit eden bir enstrüman yok. Daha icat edilmemişti çünkü. O dönemde insanların sürekli aynı ritmi dinleyebilecekleri hayal bile edilemezdi. Aslında bu iki uçlu bir etkileşim. İnsanların hayal edememesinin yanı sıra dinleselerdi hoşlarına da gitmezdi zaten, hayatlarında yoktu da ondan. Trene hiç binmediklerinden. Çamaşır makinesi kullanmadıklarından J Bu fark da şüphesiz 70 ve 80 li yıllarda tavan yapan müzik dönemlerinin kaynağı olan “Sanayi Devrimi” nedeniyledir. Dünya ve müzik, tarihte bir çok sefer olduğu gibi, sanayi devriminden sonra da bir kez daha belirgin bir evrime girmiştir. Geleceği ve bu günü anlamak için geçmişe şöyle bir bakalım.

Mekaniğin altın çağı bitmek üzere, kimse olacakların farkında değil. Fransa devriminin 100. Yılı kutlanacak ve Paris fuarı açılışı için yapılan Eiffel kulesi bir devrin hem de çok büyük bir devrin son güzel sembollerinden birisi olarak tasarlanmış, yıl 1889. Elektronik tam tamına bundan 17 yıl sonra 1906 yılı civarında Lee De Forest‘in zayıf radyo ve ses sinyallerinin kuvvetlendirilmesine yarayan ve mekanik bileşeni olmayan triyod‘u bulması ile başlayacak. Makine ise bebekliğini atlatmış yeni yeni adım atıyor, buharlı makinalar, gemiler ve trenler ile 1900 lü yıllara girdiğinde ise dünya, onun elektronik ile tanışınca neler yapabileceğini hayal bile edemez durumda.

 

Foto_04 Foto_02

 

Ve işte her ne olduysa 1900 lü yılların başında oldu, Mekanik, Makina ve elektroniğin ilk şahlanışı doğal olarak en büyük çıkar mücadelesi olan savaşlarda kullanıldı ve dünya 1914 ile 1945 arası’nda 2 büyük savaş yaşadı. İnsanları makinalar öldürdü ve makinalar kurtardı. Mekanik, makina ve elektroniğin çağdaş mucitleri yeteneklerini savaş teknolojisi için kullanmak zorunda bırakıldılar veya milliyetçiliklerinden kendileri tercih etti. O günlerde hiçbir kimse bir elektrik elektronik mühendisine “Hocam şu bizim tiyatro perdesine de bi motor taksanız, kapatıp açması daha kolay olur” diyemezdi J Zaten hiçbir mühendis buna yanaşmazdı çünkü savaş teknolojisi daha çok para getirirdi elbette. Kim ilgilenirdi ki bu gereksiz işlerle.

Foto_06Veya gitarın tellerine manyetik takıp bir kolondan sesini iletmek ne işe yarardı ki memleket meselesinin yanında. Sahne sanatlarının gelişmesi ve evrimleşmesi için mühendislerin savaş sektöründen çıkması ve savaşın sona ermesi gerekecekti. Ve tam da öyle oldu.50 lerden sonra bilgi artık insanların gündelik ihtiyaçları için veya mühendis ve tasarımcılar sanatçıların bu yeni “teknoloji” olan makina ve elektronik ile kendilerini ifade etmeleri için çalıştılar. Müzisyenler için yeni enstrümanlar icat edildi, müzisyenler enstrümanların sınırlarını değiştirmek için mühendislere ilham verdiler. Piyano syntheisizer a evrildi. Kontra bas elektrik bas gitar oldu, Gitar makinanın çirkin seslerini de taklit edebilen bir yapıya ve telin gerginliğini değiştirebildiğiniz kol yapısıyla neredeyse aynı göründüğü halde bambaşka bir ses çıkarabilen yep yeni bir enstrümana dönüştü. En önemli yenilik ise ritmik yapıda oldu zira her yerde olan makineyi sembolize eden bateri, her şarkının vazgeçilmez bir zemini oldu ki bugünün makineye bağımlı olan modern şehirli insanının tüm ihtiyaçlarını karşılayan makineleri düşününce, bütün müziklerinin içinde ve heryerinde bir izinin olması ne kadar normal değil mi?

Bu gün hayatımızda ne kadar doğal yaşam varsa o kadar da akustik müzik var. Konumuza dönelim, 50 ve 60 lı yıllar bu icatlarla geçtikten sonra 70 li yıllarda olanlar oldu ve ben daha yeni doğduğumda Pop Müzik en olgun dönemini yaşıyordu ve bizi, hepimizi önüne alarak engellenemez bir şelale gibi aktı. Akım’ın ne olduğunu ben ancak 90 ların sonunda sular durulunca anladım. 70 ve 80 li yıllar boyunca Pop Müzik dehalarını ve yıldızlarını oluşturdu. Klasik müzik camiası ve pop müzik dünyası aynı ergenlik problemleri yaşayan asi genç ve babasının yaşayabileceği türden bir sürtüşmeyi yaşayıp durdular bu dönemde. Altın çağlarını çoktan geride bırakmış mekaniğin mirasçısı klasik müzik ve ele avuca sığmayan tam anlamıyla delikanlı ve asi oğlu pop müzik, neredeyse bu günlere kadar anlaşamadılar.

Foto_08Dönemin sembolü olarak tarihe ilk geçen ve klasikleşmeye başlamış ve aynı zamanda nesillere aktarılabilecek ilk oluşum İngilizlerden geldi “Beatles” grubu. Çocuklarım üstünde yaptığım bir deneyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Dönemin tanınan ve tanınmayan tüm şarkılarından bir karma liste oluşturup çocuklarıma onları etkilemeden dinlettim. Bunu bir hafta boyunca yaptım. Çok ilginçtirki yine döneminde popüler olmuş şarkıları seçtiler. Çok ender olarak unutulmuş veya dönemsel ve/veya stratejik hatalardan dinleyiciye ulaşamamış eserleri buldular. Buna şahit olmak çok ilginç bir tecrübeydi. İlerleyen yıllarda bir çok kez ufak oğlumun bana “Baba sen bu şarkıyı nerden biliyorsun?” dediğini farkettim. Klasik müzikte eserler orjinaline sadık olarak çalınıp nesillere aktarılırken, pop müzikte “cover” denen yöntemle nesillere aktarılıyor. Beğenilenler tekrar başka bedenlerde vücut ve ruh buluyorlar. Bu da klasikleşmenin başladığını gösteriyor. Pop müzik bir şekilde nesillere iletmenin yolunu yine belki elektronik dilinde bulmuş durumda. Zira elektronikte enerjiler başka türden enerjilere dönüşürken iletilirler. Bugün de Beatles’in bir eserini tanımadığımız yeni bir sanatçıda dinleterek bir şekilde nesillere aktarmanın yolunu bulmuş pop müzik. Halk müziği gibi görünse de biraz farklı zira halk müziğinde iletilen şeyin kaynağı belli olmadığından kayıbı ölçemiyoruz.

 

Klasikleşmek öyle bir şeydir ki mesela Mozart’ın eserlerini yeni nesillere aktarmak için hiçbir plan yapılmazken doğal yollardan nesiller birbirlerine bu eserleri aktarıyorlar. Karşılıksız, beğendiklerinden, sevdiklerine sevdiklerini dinletmek için. Mozart için geçerli olan koşullar bugün Beatles için de oluşmuş durumda, hem de grup üyeleri hayattayken. Ama yinede önlerinde zaman denen bir sınav var olacak. Neyin aktarılacağına nesiller ve gelişmeler karar verecek.

Foto_09

Son 10 yıldır müzisyen arkadaşlarımın “artık müzikler eskisi gibi değil herşey cıstak cıstak” dediğini duyar oldum. Söylemek istediğim iki şey var. Minimum 35 yaşında olan bugünün müzisyenleri, akımın içine doğdular, dönem en verimli ve olgun zamanlarını geride bıraktı. Bu artık dönemin klasikleşmesi ile ilgilidir çünkü dönemi yaşayanların davranışları artık yenilikçi değil konservatif olmuştur. Ve belirli bir yaş grubu yenilikçi çalışmalardan çok eski eserleri tekrar çalma eğiliminde. Zamanın asi çocuğu bir zamanlar tutuculukla suçladığı babası klasik müzik gibi şimdilerde tutuculuk sergiliyor. Günün birinde konservatuarlarda Beatles da çalınacak. Bu olacak çünkü bu dönemin değerleri, gelecek nesillerde, bu döneme değer veren insanlar tarafından çalınacak ve dinlenecek. Nasıl Bach ile Geshwin farklıysa, Beatles de farklılığıyla orada olacak ve 100 yıl sonra dönemin klasikleşmiş elektro gitar tınısıyla sahnede yerini alacak. Ama şu an bulunduğumuz dönem müzisyenler için pek iyi geçmeyecek maalesef çünkü yeni bir akım oluşana kadar ki bunun zamanını tahmin edemeyiz müzik sektörü durağan seyirde olacak.

Son sözüm ise çocuklarımızın geleceği olan dijital devrim ile ilgili. Ben ümitliyim, dijital devrim oldu bence ve daha bebeklikten yeni yeni ayağa kalkıp şımarık bir çocuk olmaya başlıyor. Onu olgun bir birey olduğunda nasıl görüneceğini, aynen büyük oğlumun şimdiki yüzünü küçükken hayal edememem gibi algılayamıyorum. Ama o şimdilerde benim kucağımda. Onu seviyorum ben. Her çocuk gibi sakar, dengesiz, çok hareketli ve yaramaz, hırçın ve öğrenmeye aç bir yaşta. Ve her olgun baba gibi, dedelerimizin tüm bilgi mirasını oğlumuza aktararak gururla gelişimini izlemeyi ve onunla birlikte daha ne kadar ve nerelere evrilebileceğimizi görmek istiyorum…