20 Kas Hero Dergideki ilk yazım yayınlandı
Hero Dergideki ilk yazım yayınlandı. Derginin bu ayki sayısında sevgili Serdar Çamlıca ile güzel bir kafede keyifle içilen çaylarımız eşliğinde bir sohbet yaptık.
(Bu röportaj Hero dergisinde yayınlanmıştır. www.heromedya.com )
Serdar Çamlıca ile tanışmam bir arkadaşım vesilesi ile oldu. 40’lı yaşlarını süren kendi tabiri ile bu “daha çocukluğunu yaşayan” olgun insana ilk baktığınızda daha çok bir fizik öğretmenini andıran havası olduğunu fark edersiniz. Ama içinde sanatçı bir ruhun yattığını anlamanız için ya eserlerini görmeniz ya da Kadıköy Barlar Sokağında kendisiyle bir bira içmeniz gerekecektir.
Kendim için zorlanarak ve biraz da kabullenmek istemeyerek koyduğum “mesleki hiperaktivite” tanısına alışmaya ve bu olguyu hayatımdan nasıl çıkarmam gerektiğini düşünürken girdi Serdar hayatıma. Ben hayatımdaki prodüktör, sanatçı, müzisyen, öğretmen, müzik direktörü, baba vb kimliklerle ürettiklerimin, zaman bedelleriyle ve organizasyon karmaşıklıklarıyla boğuşurken, onun sade hayatı ve sanatına ayırdığı özen tıpkı Anish Kapoor’un “Köşe vuruşu” eserindeki, beyaz bir duvara sadece kırmızı bal mumu fırlatan top arabasının izleri gibi bende de bir Osmanlı tokadı etkisi yarattı. Serdar basitliği ve karmaşayı hayatına gerçekten homojen ve rahatsızlık vermeden yerleştirmiş tanıdığım ender insanlardan. Onun hayatında sadece üretimleri, öğretmen kimliği ve eve dönmeden önce arkadaşlarla bir yerlerde yenilen yemekler var. Ha bir de uyumadan önce izlenen filmler…
Dünyanın sosyal yörüngesinin dışına, ama çok da “uzaklar” olmayan bir yerlere, kendini bir yörüngeye oturtmuş orada dönüyor Serdar. Serdar’la birlikte kollektif bazı çalışmalar da yapmaya karar verdiğimiz bu günlerde aynı zamanda sizlerin karşısına ilk defa çıktığım bu platformda, siz de Serdar’ı tanıyın istedim. İstanbulun güzel mekânlarının birinde içilen kahvelerle yapılan sohbetle karışık röportajda, naif bir şekilde kendini anlattı Serdar Çamlıca.
– Kendini nasıl tanımlarsın?
Kendimi genel olarak yenilikçi ve deneysel olarak tanımlayabilirim.
– Seni sanat hayatına iten etkenler nelerdi? Ve bu noktadan geçmişe baktığında, seni şu an bulunduğun noktaya iten etkenler ne oldu?
Aslında beni sanat hayatına iten ivmenin ya da olgunun tam başlangıcını bilmiyorum. Popstarlar gibi “sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur” diyesim var. Şaka bir yana çocukluğumdan beri üretmeyi ve deney yapmayı sevdiğimi hatırlıyorum. Bir kısmı doğduğum kent Münih’te geçen çocukluğumda, ilk kez bilgisayar (c16) sahibi olduğum zaman, yaşıtlarım gibi bilgisayar oyunları oynamak yerine kendi basit programlarımı yazmaya başladım. İlk iki programımdan birisi sinüs eğrisini bilgisayar ekranına çizdirmek, diğeri ise sinüs eğrisini ses olarak çıkartmaktı. Bu iki programım dijital sanat hayatımın ve müzik hayatımın temel taşları oldu sanırım. Şu ana baktığımda daha estetik, daha yaratıcı, daha felsefi çalışmalar yapmaya çalışıyor olsam bile, başladığım noktadan çok da uzak değilim aslında.
– Biraz yaptıklarından bahsedebilir misin?
Videolarımı iki başlıkta toplayabilirim: 1 – Tekil halleri, bunlarda müzik ya da ses kullanmıyorum. 2 – Kurgu halleri, tekil videolarımdan derlediğim daha prodüksiyon halleri. Bunlarda müzik yada ses enstelasyonları deniyorum. Eski animasyon filmim Awaken – The Mind Travel’da görüntülerin duygularına paralel müzikal bir yapısı var. Bu filmim 2006’da Floransa Digi-Fest kapsamında yılın animasyon filmi seçilmişti ve jurinin yorumları arasında müziğin görüntülerle duygusal etkileşimi ifadesi de yer alıyordu.
– Neden müzik enstelasyonu?
Müzik zevki olarak doğaçlamayı; zamana, ortama göre değişken türleri sevmişimdir. Soyut olarak nitelendirebileceğim video art çalışmalarımda ise bazen her izleyişimde bile farklı hisler ve tatlar alıyorum. Bu durumda da köşeleri belli olan müzikal yapılar yerine görüntünün bana o an hissetirdiği duyguları ifade eden müzik ya da ses enstelasyonlarının video art’larımla daha samimi bir şekilde bütünleştiğini düşünüyorum.
– İnsanların videolarını izlerken hangi duyguları hissetmelerini istiyorsun?
En çok rahatlamalarını istiyorum ve bu rahatlama ile hayal güçlerinin sınırlarını zorlamalarını. Çünkü benim de gerek üretirken, gerek izlerken hissetiğim majör duygular rahatlık, sakinlik, stresten uzaklaşma oluyor. Bu şekilde farklı üst algılara da ulaşmak mümkün oluyor.
– Yaptığın müzik enstelasyonun videolar için uygun olduğunu düşünüyor musun? Müziğinden biraz bahseder misin?
Uygun olduğunu düşünmek yada bunu benim söylemem biraz iddialı bir söylem olur ve en başa dönecek olursak yenilikçi ve deneysel mottoma ters düşer. Dün uygun olduğunu düşündüğüm enstelasyon bugün farklı, yarın daha da farklı olacaktır. Müziğimde ise, basit ses programları yazmanın yanı sıra, aslında abime ait olan ama o pek hevesli olmadığı için boşa çıkan “Hohner Organetta” orgumuz ile duyduğum ezgileri çalmaya çalıştım. İlk synthesizerıma (d50) sahip olduğumda ise synth’imin preset (fabrikasyon) sesleri yerine kendi seslerimi yazmaya başladım. Ancak sadece seslere bağımlı kalmak yerine çalma, icra, doğaçlama yapabilmek için yoğun bir disiplinde bolca etüd yapıp çalma tekniğimi ilerletmeye çalıştım. Universite yıllarımda ise rock, progressive rock ve blues ağırlıklı dinletiler, konserler, bar konserleri hayatımın büyük bir kısmını oluşturmaya başladı ve görsel çalışmalarım biraz daha arka plana geçti. Ancak üniversite sonrası eğitimim mimari-şehircilik alanında yurt dışında ilk profesyonel tecrübemde ise müzik biraz arka plana geçip, 3d, animasyon, bilgisayar destekli tasarım (cad) ön plana çıktı. Tekrar Türkiye’ye dönüşümü takiben müzik ve görsel çalışmalarım tekrar dengeye oturdu. Müzik ve video art’ımın ilk olgun çalışması ise 2006’da müziklerini ve animasyonlarını yaptığım Awaken – The Mind Travel isimli animasyon filmim oldu. Şu anki müzikal tarzım ise deneysel synth sesler, deneysel çalma teknikleri, çalarken seslerin fiziksel yapılarını değiştirip doğaçlama denemeleri, bunların görüntülerden aldığı duygularla şekillenmesi diyebilirim.
– Teknolojinin bulunduğu son nokta sanırım senin sanatında çok önemli bir yerde, öyle fırça ve boyalar senin için eskide kalmış. Öyleyse biraz da teknolojiden bahsedelim.
Teknoloji yapısından başlayacak olursam evet, gerek 3d art ve video art çalışmalarımda gerek müzik ve seslerimde teknolojiden son noktasına kadar faydalanmaya çalışıyorum. Teknolojiyi amaç olarak değil araç olarak kullandıktan sonra, bunun bazı bakış açılarına göre geleneksel sanat yapısına ters düştüğü kanısını ise benimsemiyorum. Bazı sanatçı ve sanatsever arkadaşlarımla sohbetlerimizde, dijital ortamda yapılan sanatsal çalışmaların yağlıboya ile yapılmış bir tablonun sıcaklığına sahip olmadığı söyleniyor. Benim bu düşünceye niye katılmadığımı sanat tarihinden bir örnek ile vereceğim. 1600’lü yıllarda ressam Johannes Vermeer, takip eden uzun yıllarda bile renkleri en gerçekçi kullanan ressam olarak literatüre geçmiştir. Bundaki sırrı ise boyalarını ender bulunan taşlardan (lacivert taşı, amber vb) bir simyager gibi üretip tablolarında denemesiydi. Buna dönemindeki teknolojiyi, bilimi sonuna kadar kullanması da diyebiliriz. Bu noktada benim de teknolojiyi ve bilimi sonuna kadar kullanıyor olmamın geleneksel sanatlar dahil sanatın hiç bir türüne ters düşmediğinin bir göstergesi.
– Gençken kendini gelecekte gördüğün noktada mısın?
40’lı yaşlarda bir sanatçı olarak kendimi genç bir sanatçı olarak görüyorum. Ama sorunuzdaki “gençken” dönemine gelecek olursak, 20’li yaşlarda sadece müzik yapacağımı düşünürdüm. Şimdi ise bir video art sanatçısı ve hala müzik tutkunu bir insanım. Gördüğüm noktaya gelince 20’li yaşlarda da üretimin ve paylaşımın erdemine inanırdım, şimdi de.
– Yakında bir sergin var mı? Biraz bize takviminden ve kısa dönem planlarından bahseder misin?
25 Kasım 2015 Çarşamba akşamı 22.30’da Kadıköy Kargart’da bir video art, müzik performansım olacak. Yine deneysel bir çalışma kapsamı. Görüntülere müzik enstelasyonları olsa dahi müzikal yapının daha öne çıkacağı ve bu türde yeni bir başlangıç olacağına inandığım bir performans olacak. Takip eden süreçte ise bu projeyi geliştirmeyi, farklı sanatçılarla ve farklı sanat dallarıyla görüntü ve müzik enstelasyonları yapmayı planlıyorum. Bu tarz performanslar ile sanatçı – sanatsever direkt etkileşiminin bir üst seviyeye çıkacağını düşünüyorum.
– Sanat hayatındaki sen ile gerçek hayattaki Serdar Çamlıca arasında bir benzerlik, farklılık veya bir bağ kurabiliyormusun?
Benzerlik evet, gerçek hayatımda da yenilikçi, değişken, ilerici bir yapıya sahibim. Uzun yıllardır yaptığım 3D eğitmenliğimde yenilikçi ve değişken metodları deniyorum. Farklılık ise, o da evet! Gerçek hayatta biraz daha gerçekçi, planlı her ne kadar yapıları değişse de rutinleri seven, fiziksel ve genetik sınırlarının farkında ve bunlarla barışık bir insanım. Ancak sanatımda ise gerçek üstü, soyut, yüzbin ışık yılı ötesindeki bir gezegendeki mikro organizmaların neye benzediğini resmetmeye çalışan bir sanatçıyım.
– Sanatın başka disiplinleriyle ilgilendin mi? Şu an icra ettiklerine katkısı oldular mı?
Senin de bildiğin üzere sinema aşığı bir insanım. Dinlenebildiğim tüm anlarda sanatsal, sosyal ve görsel sanatların başarılı bir şekilde kullanıldığı filmler ya da diziler seyrediyorum. Bunu söylememdeki amacım bu sorunu yakın zamanda seyrettiğim bir filmden, hoşuma giden bir replik ile yanıtlamak. Bir sahnede biri diğerine soruyordu “Şu isle de uğraşmak istermiydin?” diye, diğeri de “Hayat birden fazla şeyi iyi yapabilmek için çok kısa.” diyordu. Tam hatırlamıyorum, dizi de olabilir. True Detective’di sanırım. Benim uzun zamandır aslında cevabını bildiğim ama sorguladığım bir şeye tercüman oldu bu replik. Sadece müzik ve video art üretim sürecim bile 24 saatimi aşıyor. Buna ek olarak yine hem sevdiğim ve hem de kendimi gerek teknik gerek sosyal olarak yenilediğim eğitmenlik de eklenince, bırak başka disiplini, müzisyen olarak farklı bir enstruman çalmayı bile düşünmedim. Sanırım düşünmem de… Sanatın başka bir disiplini değil belki ama en keyifli çalışmalarımı doğaya yakın olduğum zamanlarda yaptım. Genelde kışları keyifli bir ıssızlığa ve melankoliye sahip olan yazlık evimizin denize bakan balkonunda, kimi zaman da yakın bir arkadaşımın Çanakkale’de orman içindeki çok küçük bir köydeki evlerinde… Bu şekilde doğaya yakın bir üretim ortamının sanatıma ve icra ettiklerime katkısının büyük olacağına inanıyorum.
– Sanatın teknoloji ve sosyal gelişmelerden sonra geldiğini düşünürsek, üretimlerini hangi sosyal değişimler ile açıklayabilirsin?
1998 senesinde ilk web taslağımı yapıp müzik ve görsel çalışmalarımı yayınlamaya başladım. İlk kez materyal (baskı, cd, vb.) ve demografik sınırlarının ötesine geçebilmek beni çok heyecanlandırdı. Avustralya, Amerika, Çin, İtalya, İskandinav ülkeleri gibi dünyanın çok uç noktalarından gelen pozitif tepkiler, uluslararası bazı dijital sanat yarışmalarına çağrılmam, bunların bir kısmından ödüller almam, kitaplara çalışmalarımın girmesi, dijital sanat portallarının siteme linkler vermesi gibi gelişmeler ise hayatımda yeni bir dönem açtı.
Artık hedefim, web sitemi ve çalışmalarımı daha da geniş kitlelere yaymaya çalışmak oldu. 2002’de ise 3dfiction.com ismini alıp, daha olgun bir yapıda ancak herkesin kolayca ulaşabileceği, paylaşabileceği, ekran koruyucu, arkaplan ve kişisel kullanımlar için çalışmalarımı ücretsiz bir şekilde yayınlamaya başladım. Kısa bir sürede hem 3dfiction bir çok platformda yılın sitesi seçildi hem de onbinlerce sanat severe ulaştı. Söylemeden geçmek istemiyorum, 3dfiction’ı kurduğumdan bu güne kadar ortalamaların çok üzerinde bir ziyaretçi trafiği olmasına rağmen hiç bir şekilde reklam vermedim, vermeyi de düşünmüyorum. Sitemin ve üretim sürecimin maliyetlerini ise proje bazlı bazı profesyonel hizmetlerden, video arkaplan olarak online satışlarımdan ve eğitmenlikten kazandığım gelirlerle karşılamaya çalışıyorum. 3dfiction’u kurduğum ya da artık geliştirdiğim dönemlerde, sitemde kodlarını kendi yazdığım online bir ziyaretçi defteri yaptım. Gelen yorumlarda ağırlıklı olarak çalışmalarımı paylaştığım için teşekkür edenler, çalışmalarımı ne kadar sakinleştirici, dinlendirici, rahatlatıcı bulduklarını belirten ya da farklı ifadeler oluyordu. Bir gün ziyaretçi defterime, sonrasında konuşmayı ve arkadaşlığı devam ettirdiğimiz Amerikalı liseli bir genç, yorum olarak “Ben çok agresif ve sorunlu biriyim, ama senin işlerine bakınca sakinleşiyorum, rahatlıyorum, lütfen devam et.” yazdı.
Bu yorum belki de ilk kez yaptığım çalışmaların sosyal boyutunu görmeme sebep oldu. Sanatımla bir kişiyi bile kazanabilmek ve bu kazanımla diğer sanatçılara örnek olabilmek, sanat sayesinde fiziksel, psikilojik, sosyal, ekolojik, siyasi şiddet ve vahşetlerin bir nebze bile azaldığını görebilmek, gerek sanatçı gerek eğitmen kimliğimle gerekse sadece Serdar olarak en büyük dileğim ve amacım halini aldı.
(Bu röportaj Hero dergisinde yayınlanmıştır. www.heromedya.com )